Emekli Tarih Öğretmeni Yalçın Kılınç'ın '06.08.2024' tarihli ve “Dertli Ne Ağlayıp Gezersin Burada!” başlıklı köşe yazısı.

Dertlilerin yüreğine sular serpen, teselli eden, ümit aşılayan, ümitlerini yitirmemesine neden olan söz ve dörtlüklerin en güzellerinden biri Yunus Emre’ye ait.

Sözleri Yunus Emre’ye, bestesi Erol Sayan’a ait olan, Gülizar Makamındaki türkünün, sözleri şöyle;

“Dertli ne ağlayıp gezersin burada

Ağlatırsa Mevlâm yine güldürür

Nice dertli kondu göçtü buradan

Ağlatırsa Mevlâm yine güldürür.”

Bizler derdi derde ekleyip, beklemeye devam edenlerdeniz.

Derdim var dağlar gibi demişiz, senin derdin dert midir, benim derdim yanımda diye dertlerimizi öncelik kazandırmaya çalışmışız.

Her dağın dumanı ayrıdır demekten imtina etmişiz.

Dert bir değil elvan elvan deyip türkülere konu eylemişiz.

Derdi veren Allah dermanını da verir demişiz.

Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır diyen de bizim insanımız.

Of çekmekle dağlar yıkılır mı deyip geçmeyin.

Yıkılır mı, yıkılır!

Dağlar yıkılmasa da, dağ gibi olanlarımız yıkılıp kalıyor en olmadık yerlerde, kıyılarda, köşelerde…

Of çekmekten 'bir oh' diyemedim diyenleri bilirsiniz.

Dönüp durduğumuz girdaplarda bizi kurtarmak için atılan ne cankurtaran simidi var, ne de sağlam bir halat.

Uçurum kenarında ayağımız takılmış, ya da birileri arkamızdan itmiş, aşağıya düşerken gözümüz yakalayabileceğimiz bir dalda.

Dibe vurmuşuz, yapışıp kalmışız!

Kulağımız; 'Hey diptekiler! Bakın bana, yakalayın elimi' diyecek bir ses bekliyor.

Bazılarımızın üzerinden silindir geçmiş gibi,

Bazılarımıza felek öyle bir sille vurmuş ki, yerimizden kalkmaya dermanımız yok.

Güvendiği dağlara kaç kere kar yağdığını kimse hatırlamıyor.

Dert dediğiniz, dertlerin ortaya çıkardığı, yığdığı acılar, elemler, kederler ve üzüntüler.

Günümüzün acıları, derde kedere boğanları, yaşadım mı, öldüm mü anlayamadım cinsinden.

Dert denen kavram anlamına eklediği yeni eklerle kocaman bir dert yumağına dönüşmüş durumda.

Bu yumak, öylesine dolaşmış, öylesine bir kördüğüm olmuş ki...

Ne çözen var, ne açan, ne de bu işe bir cesaret edebilen.

Eskiden insanlar güzel dostlar, güzel arkadaşlar biriktirirdi.

Birbirinden değerli hatıralar biriktirirdi.

Varacağı hedeflerle örülü hayaller biriktirirdi.

İmkanı olanlar, bir kenara birkaç kuruş biriktirirdi.

Ne kadar güzel birikimlerimiz varsa, hepsi yalan oldu.

Şimdi istemeye istemeye dert biriktirmeye başladık.

Çözmeye ne gücümüz var, ne imkanımız, nede çözme yolunda bir ümidimiz!

Çiftçi mazottan, gübreden, aldığı ürünün para etmemesinden dolayı derdine dert ekledi.

Köylü, ne ektiğinden, ne biçtiğinden memnun, elim hamur, karnım aç denebilecek bir halde.

Emekli, kiradan, doğalgaz gibi, elektrik gibi, su gibi yüksek faturalardan başını alacak gibi değil.

Esnaf, dükkanı kapalı, kira çalışıyor, vergi çalışıyor, kaybetmek istemediği çalışanlarının ücretleri çalışıyor.

Toplumun esnaf direği kırıldı, tavanı, çatısı, başına göçtü!

Neredeyse ülkenin yarısının asgari ücretli olduğu ülkemizde, bu kesimin maaşlarına gelen zam ikinci ayı göremedi. Üçüncü aya varmadan el elde, baş başta kaldılar.

Atanamayan öğretmenler, bir sigortam, 'azıcık işim, birazcık maaşım olsun' diyenler, türbe türbe gezip görklü ağaçlara bez bağlayanlar ayrı 'Dönülmez akşamın ufkunda' çaresiz dolaşmakta.

Bir zamanlar orta direk vardı. Orta direği kırdık, kırdığımız direkleri cayır cayır yaktık!

Toplumun direkleri sayılabilecek birçok sektör ise 'Baharı bekleyen kumrular gibi'

Can suyu derler ya hani,

Öyle bir can suya ihtiyaç vardı, o su ötelene, ötelene kim bilir hangi bağın bağbani şimdilerde?

Aşı yetecek mi yetmeyecek mi, arkası gelecek mi gelmeyecek mi başlı başına bir dert.

'Normalleşme süreci dertlerimizi hangi oranda çözecek, yaza kadar kendimizi toparlamamız mümkün mü?' soruları bir başka dert.

Bir türlü düşmeyen fiyatlar, yerinde sayan, cebimizde akşamdan sabaha eriyen maaş ve ücretlerle, önümüzdeki ayları geçirebilecek miyiz?

Bu konuda bambaşka bir dert,

İşsizler iş bulabilecekler mi?

İstihdam sahaları açılabilecek mi?

Siyasilerin anlattığı gibi, ufukta bir seçim mi var?

Bildiğiniz gibi herkesin derdi ayrı.

Milletin derdi geçim,

Siyasilerin derdi seçim.

Sizce hangi dert daha öncelikli ve önemli?

Seçim mi?

Geçim mi?

Bu soruların cevapları hem var, hem yok!

Amma velakin laf olmadığı kadar çok!

‘Açım’ diyenleri, ‘evime ekmek götüremiyorum’ diyenleri,

‘Borcumun harcımız altında eziliyorum, yok mu beni kurtaracak’ diyenleri, fakir-fukarayı, garip-gurabayı görecek olan, duyacak olan, imdadına koşacak olan yok mu?

Derdimiz, siyasilerin kavgalarından, sataşmalarından, Mecliste yaptıkları atışmalarından çok daha önemli.

Çarklar dönmeden,

Sektörler hareketlenmeden,

Ortalık canlanmadan,

İnsanların yüzü gülmeden, güldürülmeden dertlerin biteceği yok.

Her şey ortada…

Abartan yok,

Atan-tutan yok,

Yalan yok, riya yok,

Göz boyayan yok,

Hakikat gün gibi meydanda!

İnanın dertliyi görmek ve duymak isteyen yok, dinleyen yok.

'Dertli, yanımızda yöremizde ağlayıp durma, çevremizde dolaşıp canımızı sıkma, gözümüze gözükme, git nerede ağlayacaksan orada ağla', der gibi bir yaklaşım söz konusu.

Ya da artık insanımıza öyle gelmeye başladı.

Ağlatırsa Mevlâm yine güldürür dememiz, Mevlâmıza iltica etmemiz ondan.

Oradan, buradan biriktirip derdimizi ummana döktük, kapıldık gidiyoruz bahtımızın rüzgarına...