BRTV HABER DAİRE BAŞKANI MUSTAFA YANIK UZUN SÜREDİR MÜCADELE ETTİĞİ HASTALIĞI İLE İLGİLİ YOĞUN BAKIMA ALINDI
Karabük’ün tanınmış Gazeteci, Şair, Yazar ve Yorumcu Mustafa Yanık, uzun süredir tedavi gördüğü hastalığı ile ilgili Bolu Çağsu Hastanesinde yoğun bakım servisine alındı.
BRTV’de 18 yılı aşkındır günlük yorum programı yapan Yanık aynı zamanda Haber Daire Başkanlığı görevini yürütüyor.
Mustafa Yanık ile ilgili bir açıklama yapan BRTV Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Çetinkaya “Mustafa ağabeyimiz bir çok kişinin bildiği gibi son yıllarda yakalandığı amansız hastalığı ile ilgili tedavi görüyordu. Hastalığının son evresine geldiğini belirten Doktorları ‘dualarınızı eksik etmeyin’ diyorlar. Sayın Yanık’ın durumu ile ilgili bilgi almak için kanalımızı çok sayıda dost ve tanıdıklarımız arıyor. Biz dualarımızı Mustafa Ağabeyimizden eksik etmiyoruz. Lütfen sizlerde eksik etmeyin” diye konuştu.
Mustafa Yanık’ın 2011 Aralık ayı sonunda kaleme aldığı bir yazısını sizlerle paylaşıyor ve Allah’tan şifalar diliyoruz.
YENİ YILA GİRERKEN VASİYET GİBİ BİR YAZI…
Bizim eşimle tanışma tarihimiz ve yeri: 9 Ocak 1970, Ankara Akman Pastanesi…
Bizim nikah tarihimiz ve yeri: 31 Aralık 1970, Karabük Evlendirme Memurluğu…
Düğün tarihimiz ve yeri ise: 4 Ocak 1971 Karabük İşçi Lokali…
Yani biz genel olarak tanışmamızın, nikahımızın ve düğünümüzün 41. yıldönümünü de kutladık bu yılbaşıyla birlikte…
Tanışmadan başlarsanız 42. hatta 43. yıllarını da sayabilirsiniz…
Vay be, yuvarlak hesap 40 yıl ha….
Yıllar koşar adım gelip geçiyor.
Yaş bir de bir yerlere gelip yönünü batıya çevirdiğinde daha da hız kazanıyor zaman, sanki sona bir an önce ulaşmak istercesine.
Zamanla birlikte yaşam da hızlanıyor.
Telaş çoğalıyor…
Yetişememe ve yetiştirememe duygusu ağır basmaya başlıyor.
Sevgiler de hızlanıyor, sevilme özlemleri de…
Hele özlenme duygusu daha da yoğunlaşıyor.
Ve tüm bunlara paralel soluklar da hızlanıyor atılan her adımla birlikte.
Oysa adımlar yavaşlıyor…
EŞİM, ÇOCUKLARIM, GELİNLERİM VE TORUNLARIMLA BİRLİKTEYİZ….
Her yeni yılda bir daha ki yeni yıla ulaşılıp ulaşılamayacağı düşüncesi insanın şuralarında bir yerlerinde bir sızı halinde dolaşmaya başlıyor.
Herkesin mutlu olduğu o saatlerde…
Ya da herkesin mutluluk rolü oynadığı o saatlerde bunları dile getiremiyorsun.
Bir kadeh…
Bir daha, diyerek ve bir yerlerden bulduğun; “Ömrümüzün son demi, son baharıdır artık…” şarkısının etkisine kapılmışsın pozlarıyla dağıtmaya çalışıyorsun o hüzün bulutlarını.
Ve ardından gelen bir dizeyle de geride bıraktığın uzun yılların taşıdığı yüklü anıların yoğunluğunda gezinmeye başlıyorsun yarı kapalı gözlerle: “Maziye bir bakıver, neler neler bıraktık…”
Oysa söylemek istediğim çok şeyler oluyor o saatlerde.
Bunları anlatmaya kalksam en başta eşim isyanları oynar tüm hüznüyle; “Yanık sırası mı bunları düşünmenin ve konuşmanın?…”
Ben de bilirim elbet, olmadığını.
Zaten hadi konuş desen de konuşamam.
Ama içimde o duyguların yaşadığını, kök saldığını da saklayamam ki…
Neler düşünmem ki!…
Şimdi bunları yazdığımda sanki vasiyet gibi alırlar mı diye de düşünmeden geçemiyorum ama yazmadan da duramıyorum.
Diyelim ki ölüm kaçınılmaz hale geldi.
Doktorlar; “Şu andan itibaren yapacak bir şey yok. İsterseniz evine götürün de son soluğunu orada versin” gibi bir söz etmesinler…
Doktorlar öyle bir söz ederlerse eğer karım çocuklarım ve dostlarım hemen itiraz etsinler.
Bilirim onlar itiraz edemezler ama orada bulunan birileri bu itirazı mutlaka yapsınlar isterim.
Öleceksem hastanede ölmeliyim…
Çünkü karım ve çocuklarım beni evimde uzun yıllar süren yaşantımdaki görüntülerimden çok ölüm anımı hatırlayacaklarından üzüleceklerdir.
Üzülmelerini istemem…
Çocuklarım çalıştıkları yerlere döndüklerinde evimizde yalnız kalacak olan eşim, yalnız akşamlarında ölümle buluştuğum noktadan gözlerini alamayabilir uzun süre.
Üzülsün istemem.
O hep beni evimde o bed sesimle şarkı söylerken, yazı yazarken, otururken-kalkarken anımsasın isterim.
Giderayak haksızlık etmek yakışmaz bana.
Bir başka adet de cenazenin evin ya da apartmanın önüne getirilerek veda ettirilmesidir ki asla istemem.
Ben sağlığımda evimden çıkarken eşim beni hep balkondan el sallayarak uğurlar.
Benim yokluğumda da gözlerinde hep o eski anılar olmalı.
Salınarak çıkar, şurada döner, el sallar ve uzaklaşırdı, diye düşünsün isterim.
Aksi halde gözlerinde hep cenazemin gidişi canlanır balkona çıktığında ve üzülebilir.
Üzülmesini istemem.
Ayrıca komşularım da hep böyle neşeli olarak anımsamalı beni…
Ve, belediye hoparlöründen mekanik bir sesle ; “Kardemir emeklilerinden…” Ya da ; “BRTV elamanlarından…” diye başlayarak falancaların filancası şeklinde bir ses de istemem aslında ama eşe-dosta, hısım-akrabaya duyurmanın da bir başka yolu yok ki…
Bu durumda da eşim ve sevdiklerim daha doğrusu sevenlerim hergün verilen anonslarda benim için yapılanı anımsayarak yüreklerinin bir yerlerinde bir sızı duyabilirler.
Ama bir yolu var…
Bakınız, birileri el atarsa bu cenaze işlemlerine ve gücü yeterek müftülüğe falan ulaşma şansını yakalayabilirse bu kentin tüm camilerinde sala verilmesini isterim.
Hatta Safranbolu camilerinden de…
Dahası Kuzyaka divanından da…
Yani Kuzyaka’nın dört köyü olan Hacılar, Öteköy, Köseler, Navsaklar’ın camilerinden…
Yanık sesli müezzinler en yanık sesleriyle salayı okumalı ve ardından da anonsu yapmalılar.
Ne kadar da anlamlı olurdu biliyor musunuz?…
Allah bilir ya, öylesi bir durumda başımı kaldırıp onları dinlerim gibi geliyor şimdi bu satırları yazarken.
Daha beş-alt yaşlarındaydım.
Dedem İbram Çavuş kalp hastasıydı.
Yemen’den miras kalmıştı o hastalık O’na.
Bir gün Karaağaçlık’ta çift sürerken bir helke ayran götürmüştüm. Dedem öküzlere hooo dedikten sonra ayranı kafasına dikmiş içerken Geredeli Hoca’nın yanık sesi yankılanmaya başlamıştı semada.
Dedem bir süre öylece kaldı.
Sonra helkeyi yere bıraktı ve dinlemeye başladı.
Gözlerinin dolduğunu hissettim.
O da benim anladığımı anladı ki, başımı göğsüne doğru bastırarak sala bitinceye kadar sımsıkı tuttu.
Ne zaman bir sala duysam hüzünlenerek hep o anı anımsarım.
Dostlarım, ben yaşamım boyunca zaman zaman çok üzenlerin olmasına karşın kimseyi bilinçli olarak üzmemeye özen gösterdim hep. Kırıldığım çok oldu ama kimse kendisini kırdığımı söyleyemez kolay kolay.
Yaşarken bu denli dikkatli olan bir insan ölürken ya da öldükten sonra neden üzsün ki sevdiklerini!…
Ama diyeceksiniz ki; “ Ulan yeniyıla girerken bu yaptığın ne peki?” Vallahi haklısınız ama bu bir günlük bir üzüntü olur değerli dostlarım, ama dediklerim yapılmazsa eşim, çocuklarım, komşularım ve siz sevdiklerim uzun süre üzülebilirler belki de.
O zaman bir günlük üzüntüye değer bu durum diye düşünüyorum.
Siz ne dersiniz?…
Sizlere sağlıklı ve uzun bir ömür içinde kutlayacağınız nice yıllar diliyorum.
Yeni yıl, yaşamınız boyunca hayal dahi edemeyeceğiniz güzelliklerle gelsin istiyorum.
Mutluluk ve esenlik hep üzerinizde şemsiye gibi koruyucunuz olsun. Sevgi rehberiniz olsun…
Editör: Haber Merkezi