UMUT AŞISI

Abone Ol

Gazetecilik mesleğinin belki de en zor yanı, objektif kalabilmektir. Özellikle yerel basının içinde olan bizler için bu denge, ip üstünde yürümek kadar hassas bir konudur. 

Köşe yazarlığı ise, hem kalem gücünü hem de cesareti sınayan bir meslektir. Yazarlar, yazdıklarıyla toplumu aydınlatmaya çalışırken, her yazının ardından farklı tepkilerle de karşılaşır. Eleştirdiği konuyla ilgilenen ya da eleştirinin hedefindeki kişilere antipati duyan kesimden alkış alır. Ancak birini ya da bir durumu övdüğünde işler değişir. En hafifinden “ne menfaatin var?” sorusuyla başlayan ithamlar, “yazını kaça sattın?” suçlamasına kadar gidebilir.

Yalakalıkla suçlanırlar.

Eleştiri içeren yazılar alkışlanırken, övgü içeren yazılar ne yazık ki hep şüpheyle karşılanır.

Peki neden?

Toplumumuzda eleştiri kültürü, maalesef tek yönlü işliyor. Yapıcı eleştiri kadar, takdir etmeyi de bilmek gerekiyor.

Doğrusu bu!

Ancak, ne zaman bir başarıyı alkışlasak, hemen ardından "neyin karşılığında?" sorusuyla karşılaşıyoruz.

Mesela 2024 yerel seçimler öncesi Safranbolu'da Belediye Başkanı adayı olan Hakan Peker şehirdeki billboardları kiralayamadığı için Başkan Elif Köse hakkında haksız açıklamalarda ve başkana karşı ağır ithamlarda bulunup "korkaklıkla" suçlayınca, hizmetlerini ve çabalarını yakından tanıyanlardan biri olarak bende, Elif Köse'nin hizmetlerini hatırlatan ve o hizmetler sonucunda Başkan Köse'nin kendisinden asla korkmayacağını anlatan "TOPUKLU EFE" başlıklı bir yazı kaleme almıştım.  

Bu makalem, birçok kişiden olumlu dönüş alırken, bazı kesimlerden de ağır eleştiriler geldi.

Bir okuyucudan aldığım mesajda, “ne o, imarda işin mi var?” deniyordu. Tabii karşılık vermeye değecek bir mesaj olduğuna inanmadığım içinde cevap bile vermemiştim. Çünkü, ne Safranbolu’da ne Karabük'te bir karış bile toprağım yoktu. Sadece Öğlebeli Mezarlığında atalarımızın da yattığı bir mezarlık alanımız, birde Karabük'te bin bir zorlukla alıp on yılda ödediğim dairem. Hadi toprağı falanda geçtim, Başkan Elif Köse ile konuşmuşluğum bile yoktu üstelik. 

Yaşanan bu durum aslında mesleğimizin karşı karşıya olduğu bu çarpık algıyı net bir şekilde ortaya koyuyordu.

Bir gazetecinin görevi, doğruyu yazmaktır. Bu doğru bazen eleştiri gerektirir, bazen de takdir. Önemli olan, her iki durumda da objektif kalabilmektir. Ne yazık ki toplumumuz, övgüyü hemen çıkar ilişkisiyle özdeşleştirme eğiliminde.

Oysa gerçek anlamda köşe yazarlığı bir denge sanatıdır. Hak edene hak ettiğini vermektir. Eleştiriyi de takdiri de dozunda ve yerinde yapabilmektir. Doğruyu savunurken, eleştiri ve övgü arasındaki ince çizgide yürümek zorundadır. Onlar için önemli olan, yazdığının arkasında durmak ve vicdanıyla hesaplaşabilmektir.

Ve unutmayın ki;

Bir yazarın tek sermayesi kaleminin namusudur

Bu namus;

Gerçeklerden uzak, "çamur at izi kalsın" felsefesi ile olmamalı.

"Yap yalakalığı kap parayı" ise, hiç olmamalı.

"O silkeledi ben toplayayım" düşüncesi ise, hiç ama hiç olmamalı.

Tüm bu anlamlarda işte o namus;

Ne eleştiri yaparken keskinleşmeli ne de överken körleşmeli;

Hak edene hak eden değeri gereğince vermelidir.

İşte şimdi, bende bunu yapacağım; 

HAK EDENE HAK ETTİĞİ DEĞERİ VERECEĞİM.

★★★

100.Yıl Mahallesinin 1010 ile 1009 nolu caddelerinin birleştiği bölgede yaklaşık 20 yıldır çözülmeyen; daha doğrusu ilgililer ve yetkililer tarafından dikkate alınmayan birkaç sorunu vardı. En büyük sorun, yolun aniden daralmasıyla meydana gelen ağır yaralanmalı ve maddi hasarlı trafik kazalarıydı. Aracıyla hızla viraja giren sürücü aniden daralan yol nedeniyle direksiyon hakimiyetini kaybedip sağa sola savruluyor, bariyerlere çarpıp neredeyse uçurumdan uçacak duruma geliyordu. Üstelik bu kazalar, arada bir değil neredeyse her hafta yaşanıyordu.

Aynı bölgenin sorunu, sadece yol daralması da değildi. 1010 nolu caddenin üst tarafında bulunan bir çok binanın yansıra Kültür Merkezi'nin de bulunduğu tepenin taban suları drenaj olmadığı için aniden daralan bu yolun başlangıç noktasında toplanıyordu. Taban suları, dar yolun başlangıcında birikiyor ve özellikle kuzeye bakan bu keskin virajda sabah saatlerinde buzlanmaya yol açıyordu. Sabahın erken saatlerinde işe ya da okula gitmek için yola çıkanlar, adeta bir buz pateni pistine dönüşen bu alanda büyük tehlike yaşıyordu.

Yaklaşık yedi yıl önce, dönemin Belediye Başkanı Rafet Vergili, bu bölgede yol genişletme çalışması yaparak trafik kazalarının önüne geçmeyi başardı. Ancak taban sularının drenaj sorunu nedense göz ardı edildi. Mahalle sakinleri, defalarca bu sorunu yetkililere iletmesine rağmen, yalnızca birkaç yüzeysel önlem alındı ve sorun çözümsüz kaldı.

Oysa şimdi, göreve geleli henüz dokuz ay olan Başkan Özkan Çetinkaya, yıllardır çözülmeyen bu sorunları ele aldı ve çözüm için harekete geçti. Yol genişletmenin ardından drenaj sisteminin de devreye alınmasıyla, bölge halkı için hem trafik kazası hem de buzlanma tehlikesi tarihe karışacak gibi görünüyor.

Bu tadilatları ve düzenlemeleri görünce insanın aklına ister istemez Başkan Çetinkaya’nın seçim sloganı geliyor:

"Şehri İmar, Gönülleri İhya"

★★★

Şimdi diyeceksiniz ki, "bu kadar basit bir tamirat için miydi bu yazı?

Mesele basit veya küçük olması değil, koskoca şehrin içinde küçücük bir arızalı noktanın tespit edilmesi ve gerekli müdahalenin yapılması.

Ve bunun gibi onlarca örneğinin olması.

Küçük detayların dikkatten kaçmaması...

İşte bunun için Özkan Başkan, Karabük'ün geleceği için umut aşıladı bizlere.

Ama asıl beklentimiz;

Şehir trafiğinin bir düzene girmesi…