YEDİ DİYARIN CANI, KARABÜK'ÜN İNCİSİ

Tarihi, kültürü ve özgünlüğüyle eşsizliğinin kadim mirasını koruyan Karabük'ün İncisi, bırakın kökleriyle dimdik ayakta kalsın; silinmesin...

Abone Ol

Yedi candır O; 

Yedi diyarın canı!

Adlara soy, soylara anlam verendir.

Soyluluğun en bariz örneğidir...

Kızılcahamam’ın, Sındırgı’nın, Ortahisar’ın bir mahallesi değil.

Merzifon’un, Kelkit’in, Kangal’ın köyü hiç değil. 

Orası Karabük’ün kalbidir;
 
İncisidir!

Tarihi öyle şanlıdır ki boyun eğdiği bilinmez.

İnsanları öyle çalışkandır ki sürülmemiş, ekilmemiş tarla görülmez.

Öyle asildir ki zorluk karşısında diz çöküp eğilmez.

Kantarı öyle hassastır ki adaletsizliğe baş eğmez.

Gerekirse aç kalır,  gerekirse açlıktan ölür ama yine de toprağından bir karış vermez! 

Minnet nedir bilmez!

Eğilmemek için üç kilometre öteye gitmez; dik durmak için günlerce yol gider…

Kendi kendine yeter ve hatta artar zamanı geldikçe!

Deresine bile anlamlar yüklemiştir; 

Garakazan, Çömüşboğan… 

İsimleri dillere destandır.

 Kayasının adı bile Necla’dır. 

Var mı köyünüzde öyle bir kaya, adı Necla olan?

Kültürüyle olduğu gibi taşıyla da toprağıyla da farklıdır.

Yolları taştandır mesela, bin bir emekle örülmüştür yüzlerce yıl öncesinden kendi ustalarıyla.

Asfalt dökmek istemişler ama o katran kokan yolu köyüne sokmayıp, sadece giriş kısmına kadar müsaade etmiştir. 

Çocuklarına o kokuyu hissettirmemiştir.

Özünü korur gibi korumuştur köyünün orijinalliğini. 

Suyunu, havasını, toprağını, evlerini… 

Hiç bozmamıştır.

Beş yüz yıl önce nasılsa, bugün de aynı haliyle bırakmıştır geleceğine.  

Sanki dün terkedilmiş gibi, zamana meydan okurcasına… 

Özünün topraktan geldiğini bilir, pekmezini yaparken bile o özündeki ak toprağı kullanır. 

Her işinde ustadır. 

Taşa ne istersen o şekli verir ama o taşın önünde asla eğilmez.  

Dik duruşludur

Karşısında toprak varsa, işte o zaman başı secdeye varır, var oluş kaynağına saygıyla eğilir.

Bayramları bile başkadır

Düzinelerce yapılan çöreklerin o nefis kokusu, akşamdan fırına bırakılan onlarca keşkek tenceresinin ertesi sabah kahvaltısında yaşatacağı o tarifsiz mutluluğun müjdesidir. 

Ya o kendi tarlalarından hasat edilen, taş değirmende öğütülen unla açılmış zar gibi incecik yufkadan ve bahçelerinde yetişmiş cevizden yapılan baklavaları… 

Apayrı bir lezzet, apayrı bir mutluluk!

İşte burası BULAK kardeşim! 

Kapayın gözünüzü o köyde; tarihini, geleneğini, örfünü adetini doyumsuzca içinize çekersiniz. 

En çok da huzuru bulursunuz Bulak’ta.

Bir gün yolunuz düşerse, köy meydanına gelin. Etrafınıza şöyle bir bakın. Bir sandalye, bir tabure,  hatta onlar da yoksa bir taş parçası bulun ve o meydanın tam ortasına koyup oturun. Sonra yavaş yavaş kendi ekseninizde dönüp etrafınıza bakın. Bakarken de gözlerinizi aşağı yukarı hareket ettirin. 
Bunu yapın! (Merak etmeyin, mutlaka biri size o an demli bir bardak çay getirecektir.) 

Sonra size sorduğum şu soruları hatırlayın;

Ne görüyorsunuz? 

Gördükleriniz içinizde nasıl duygular uyandırıyor? 

O anda kapatın gözlerinizi ve düşünün… 

Sadece düşünün!

Bu köyü iyi tanıyın!

Civarlardaki her köyden toprak sahibi olmuş Rumlar’ın bir karış toprak dahi alamadığı tek köyün işte bu köy olduğunu biliyor musun?

Eli silah tutan tüm erkeklerini 1. Dünya Savaşı’na, Çanakkale Savaşı’na, Kurtuluş Savaşı’na göndermiş bu köy, aç ve savunmasız kaldığı o çetin günlerde bir karış toprağını Rumlar’a yüzlerce altın karşılığında bile vermediğini biliyor musunuz? 

Bırakın toprak vermeyi, köyünün kapısından bile içeri sokmadığını biliyor musunuz?

Siz bunları bilmiyorsanız; dereden karşıya geçmelerine bile müsaade etmediklerini de bilmiyorsunuzdur şimdi…

Peki ya yetiştirdikleri o bereketli ürünleri, besledikleri hayvanlardan elde ettiklerini paraya ihtiyaçları olduğu halde Rumlar’a kesinlikle satmadığını ama komşularına karşılıksız verdiğini biliyor musunuz? 

Sadece “cık mı?“

Demeyin...

Bulak'ı anlamaya çalışın!

Sanatçısıyla, zanaatkarıyla, ustasıyla ne cevherler yetiştirdi Bulak. 

Safranbolu’nun o dillere destan tarihi evlerinin temellerinde, taşlarında, duvarlarında, ahşap işlemelerinde, döşemelerinde ve hatta bahçe kapılarında Bulaklı ustaların alın teri,  emeği ve o eşsiz becerileri vardır. 

Her bir ustası toprakla yoğrulmuştur, taşla öğütülmüştür. El becerilerini, hünerlerini konuşturmuştur işçiliklerinde.

Her karış toprağında, taşında görürsünüz bu hünerleri.

Hayranlıkla bakarsınız...

Şimdi siz, o acımasız baraj projenizle Bulak Köyü’nün can damarına kibrit suyu dökeceksiniz, öyle mi..?

Yapmayın! 

Etmeyin! 

Eylemeyin…!

Yörenin o kadim tarihinden,  o eşsiz kültüründen bir parçayı daha koparıp atmayın! 

Bırakın Bulak kendi özgünlüğüyle yaşasın; 

Karabük’ün incisi olarak kalsın!